Çizer: Yiğit Aydoğan
İki saatlik geliştirilmiş uykumdan yatağıma verilen düşük volt elektrikle uyandım. Akımın etkisiyle bir an titredim, sonra yavaşça gözlerimi açtım. Saat kullanmazdık. Düzenimiz basitti. Zamanı geldiğinde uyu, elektrik verildiğinde uyan.
İki saatlik geliştirilmiş uykumdan yatağıma verilen düşük volt elektrikle uyandım. Akımın etkisiyle bir an titredim, sonra yavaşça gözlerimi açtım. Saat kullanmazdık. Düzenimiz basitti. Zamanı geldiğinde uyu, elektrik verildiğinde uyan.
Çıplak vücudum saf metalden yatağımı ısıtmış,
elektriğin verdiği tuhaf titreşim yerini gittikçe şiddetlenen karıncalanmaya
bırakmıştı. Ellerimi bacaklarıma yapıştırıp kıpırdamadan anonsu bekledim.
Küçük bir cızırtı.
“Yatağınızdan doğrulun ve oturur pozisyonda
bekleyin.” Kusursuz bir kadın sesiydi. Fakat her zamanki gibi yapay ve
irkilten bir tonu vardı.
Traşlı
kafama takılı vantuzlardan kurtulup doğruldum.
“Başucunuzda
bulunan üç serumdan ilkini sabit damar yolunuza enjekte edin. Bunu yapmak için
otuz saniyeniz var. 30, 29, 28...”
Beslenme
zamanı. Konsantre proteinle zenginleştirilmiş şeker serumu... Sarı, şeffaf bir
sıvıydı bu ama etkisi kuvvetliydi. Öyle ki enerji damarlarını patlatırdı.
“...22,
21, 20...”
Beslenmek için otuz saniye... Burada
değişmeyen kurallar var, harcayacak vakit yoktu. Otuz saniye... Bir saniye
geçir, şeker serumu yerine elektrikle beslenirdin. Akım kıçından girer
beyninden çıkardı. Herkes bilir, metal yatağın acıması yoktur.
Önce başucumdaki küçük sarı tüplere, sonra sağ
kolumdaki sabit damar yoluma baktım. Etime gömülmüş metal bir vida... Kolumu
biraz çevirdim. Gözlerim yol yol damarları izledi. Damar yolumdan başlayıp
dirseğime kadar giden mosmor, hastalıklı damarlar... Soluk tenim bu maskaralığı
gizleyemiyordu.
Parlak, metal vidayı açtım ve yılların
verdiği el çabukluğuyla serumu yerleştirdim. Küçük bir yanma sonra damarlarımda
koşturan enerjinin tanıdık, gıdıklayan hissi.
“3, 2,
1, beslenme bitmiştir.” Kadın kısa bir duraksamanın
ardından devam etti. Herkesin bildiği gibi bu duraksama otuz saniyeyi
geçirenlerin infazı içindi. “Yatağınızdan
kalkın ve sol tarafınızdaki duvara dönün.”
Kalktım ve döndüm.
Rüya sorgulaması. En sıkıntılı kısım buydu
işte. Metal duvarda mavi ekran belirmeye başlamıştı bile. Dişlerimi sıkıp
anonsu bekledim. Kadının soğuk sesi tekrar cızırdadı. Donuk ses beynimde
dönerken kafam hafifçe kaşındı, tam vantuzların yeri.
“Ekranda,
iki saatlik uykunuzda gördüğünüz rüyaların bir dakikalık özetini izleyeceksiniz.
Sakıncalı içeriğe rastladığımız taktirde sakınca derecesine göre
cezalandırılacaksınız.”
Ekran karardı ve sağ üst köşede bir dakikadan
geriye sayım başladı. Siyah ekran. Dişlerimin arasından derin bir nefes aldım. Rüyasız
bir gece? Nefesimi tuttum. Lütfen rüya olmasın. Karanlık ekranın içinde bir
anda küçük bir vida belirdi. Ensem karıncalandı, avuçlarım terledi. Gözlerimi
kırpıp yavaşça nefes verdim ardından çaresizce rüyamı izlemeye koyuldum.
Vida metal bir yüzeyin üzerinde duruyordu.
Sonra parmaklar göründü, uçları kanlıydı ama belli belirsiz. Benim parmaklarım!
Kanlı parmaklar vidayı beceriksizce tuttu ve metale saplamaya başladı. Sivri
ucuyla delmeye çalışıyordu metali. Zorladı, zorladı... Parmaklar daha da
kanlandı. KAN! Vida kanlandı, metal yüzey kanlandı. Çıkardığı metalik gıcırtı
küçük hücremde yankılanıyordu şimdi. Kulaklarımda döndü. Beynimi deldi. Gırç,
gırç, gırç... Ter tüm vücudumu kaplıyor, kalbim kulaklarımda atıyordu. Gırç,
gırç... Vida metali oydu ama delemedi. Fakat kan parmaklardan akıp vidanın
oyduğu yere birikiyordu. Ekran karardı. Rüya bitti.
Beş saniyelik bekleme sonra cızırtı.
“Kapıya
doğru dönün ve koridora çıkmak üzere hazır bekleyin.”
Uyarı yok. Rüyam temizdi. Alnımda biriken
teri elimle sildim ve nemlenen çıplak ayaklarımla metal zeminde garip sesler
çıkararak kapıya döndüm.
“Bugün
maaşınıza %67 zam yapıldı. Bankada birikmiş para miktarınız kapınızda
belirecektir.”
%67 zam! Geçen haftanınkinden bile fazlaydı. Kapıda
rakamlar dönmeye başladı. Rüya izlemek ne kadar korkutucuysa birikmiş paranı
görmek o kadar heyecan vericiydi. Rakamlar yavaşladı ve durdu. Tam 583.450.000
kredi... Elimde olmadan gülümsedim. Yeni gelen zamla param daha da artacaktı.
Rakamlar yok oldu ve parlak kapı önümde kayarak açıldı.
“Koridora
çıkmak için iki saniyeniz var.”
Yüzümde küçük bir tebessümle koridora çıktım.
Aynı soğuk metalden yapılmış dipsiz bir koridordu bu ve beni bildik, her
zamanki kokusuyla karşıladı. Ter... Buram buram ter kokuyordu. Sağımda, solumda
üçer metre arayla ip gibi dizilmiş binlerce kel, çıplak adam... Ve hepsi
terliydi. Rüya sorgulamasının yan etkileri.
“Temizlik
robotları on saniye içerisinde kişisel temizliğinize başlayacak ve bu işlem tam
otuz saniye sürecek. Zorluk çıkaranlar anında cezalandırılacak.”
Anonsun bitmesiyle iki metre enindeki
koridorun karşı duvarında binlerce bölme açıldı. İşte oradaydı yavşak. Tam
karşımdaki bölmeden kişisel temizlik robotum çıktı. Yüzümü nefretle
buruşturdum. Kare metal vücut, kare kafa, altları tekerlekli kare ayaklar, iki
uzun kol ve kıskaç gibi eller... Fakat hepsinden önce bozuk bir ağız. Robot
metalik bir vızıltıyla konuştu.
“Naber lan yavşak? Yine göt gibi kokmuşsun.”
Cevap vermedim. Dişlerimi sıkıp gözlerimi
karşı duvara diktim ve otuz saniyenin bir an önce geçip gitmesini diledim. İki
yıl önce temizlik robotumun kafasını ikiye bölmüştüm. Robot dağılır dağılmaz
önce tabanımdan elektriği yedim sonra da bir aylık geliştirilmiş kabus cezasına
çarptırıldım. Her gece iki saatlik rüyamda dehşeti yaşadım, gerçek acıyı
hissettim ve en sonunda ölümü tattım. Bir ay boyunca dev robotlar kabuslarımda
fink attı. Etimi kestiler, tırnaklarımı söktüler, bağırsaklarımı didiklediler,
kulaklarımı koparttılar, ağzımı yırttılar... Yani yıllar bana susmayı öğretti
ve bunu öğrenene kadar da epey acı çektim. Robot, iç geçirmeyi andıran bir
mırıltı çıkardı ve işine başladı.
Birinci evre. Puf! Üstüme dezenfektan
püskürttü.
“Hıışşt sana diyorum lan cevap versene.”
İlaç cildimi yakarken robotun her bir
vidasına sayıp sövdüm, içimden tabi. Fakat o devam etti.
İkinci evre. Puf! Ilık buhar tüm vücudumu
kapladı. Bu hissi hep severdim. Dezenfektanın acısını alıp harika bir ferahlık
verirdi. Puf! Bir kere daha. Gözlerimi kapayıp tadını çıkardım.
“İbneye bak konuşmuyor benle.” Robot kalın
bir vızıltıyla homurdandı.
Üçüncü evre. Pıst! Parfümleme. Bu kokudan
nefret ediyordum ve o metal yığını bunu biliyordu. Başım döndü. Pıst! O baygın
kokuyu her yerime sıktı yine. Sonra bir kez daha. Pıst! Pıst! Genzim yandı. Bir
kere sıkılması gerekirken üç kere sıktı yine. Piç! Sessizce öksürdüm.
Temizlik robotum iki uzun kolunu havaya kaldırıp
dördüncü evreye hazırlanırken fısıltıyla karışık vızıldadı.
“Teraziler nerede ha?”
Terazi? Gözlerimi karşı duvardan ayırmadan
dördüncü evrenin başlamasını bekledim. Kıskaç ellerinin ucundan o jelimsi sıvı
çıkmaya başlamıştı bile.
Dördüncü evre. Vıcık vıcık jel... Hiç
duraksamadan başladı sürmeye. Derimin üzerinde soğuk, metal ellerini gezdirip
durdu ve o sümüksü sıvıyı her yerime yaydı. Fakat bacak arama gelince her
zamanki gibi duraksadı. İşte başlıyoruz. Kıskaç eli şeyimi tuttu ve kaldırdı.
“Teraziler diyorum, nerede?” İyice kaldırıp
altına baktı. “Devamı nerede oğlum bunun. Ulan ibne sana diyorum taşakların
nerede?”
Yıllardır anlam veremediğim bir şey varsa o
da robotun bu son dedikleriydi. Her gün aynı terane. Taşakların nerede?
Bilmiyorum. Teraziler? Hiç görmedim. Taşak ne? Bilmiyorum. Gözlerimi kapadım,
yumruklarımı sıkıp burnumdan soludum. YAVŞAK ROBOT, TAŞAK NE?
Kadının buz gibi sesi koridoru doldurdu.
“Temizlik
bitti. Temizlik robotları yerine yerleştikten sonra bir dakika içerisinde işinizin
başına gidin. Bölme kapakları kapanır kapanmaz süreniz başlayacak.”
Robot bana son bir kez baktı.
“Ben giderken arkama bak geri zekalı, tam
bacaklarımın arasına.” Arkasını döndü ve bölmesine doğru gitti. Bacaklarının
arasından sallanan iki metal küpe kayıtsızca baktım. Robot bölmesine yerleşti
ve bana doğru döndü.
“Teraziler” dedi ve cızırtılı bir kahkaha
attı. Ardından kollarını içe çekti, bacaklarını vücuduna gömüldü ve bölme
kapağı açıldığı gibi kapandı.
“59,
58, 57, 56...”
Anons tüm koridorda çınlarken robotun metalik
kahkahası hala kulaklarımdaydı.
Dört köşeye dört delik, birer santim arayla,
yirmi saniyede... Ellerim çabuktu, deliciyi iyi kullanıyordum ve bu zamana
kadar yirmi saniyeyi geçirdiğim çok nadirdi.
İş zamanı.
Binlerce kel ve çıplak adam ikişer metre
arayla tezgahlarına kurulmuş, yirmi iki saatlik mesaimiz başlamıştı. Zaman
zaman değişse de genelde dikdörtgen metal levhaların dört köşesine dörder delik
açmaktı işim. Fakat neden dört köşe, neden dört delik? Cevap yok. Bir yıl kadar
önce bir kaç aylığına ahşap levhalarla çalışmıştık. Uzun yıllar önce de
Hindistan cevizi denen garip şeyleri dörder delikle süslemiştik. Yeni levhayı
alıp sol üst köşesinden delmeye başlarken anons cızırdadı.
“24’lüklere
katılın. İki saat uyku için kaybettiğiniz para artık yüzlerce milyonu buldu.
Gözlerinizi açın. Günde iki saat fazla çalışmak size haftada 40.000 kredi
kazandıracak. Sabit maaşınızın üzerine 40.000 daha... Bankada katlanacak
servetinizi düşünün. Üstelik rüya görme riski de yok. Unutmayın çalışmak insanı
özgür kılar. Daha fazla çalışın daha özgür olun. 24’lüklere katılın. Katılmak
için şu an evet demeniz yeterli. Evet sizi dinliyorum. Evet, evet, evet...”
Hayatımda hiç 24’lük görmedim. Bizden ayrı
yerde çalışırlar, hayatlarını bir odada, bir makine başında geçirirlerdi. Haftada
40.000 kredi fazla alıp ömrü boyunca durmadan çalışan adamlar... Nasıl
çalıştıkları sır gibi saklanırdı fakat bazı söylentiler vardı tabi. Koca bir
serum şişesinin sürekli kollarına bağlı olduğu, yirmi dört saatte bir gözlerine
özel bir damla damlatıldığı, temizlik robotlarının onları çalışırken temizledikleri...
Tabanımdan verilen elektrikle bir an kasıldım
sonra hemen işime döndüm. Burada dalgınlık cezasız kalmazdı. Sol köşe tamam,
sağ alt köşeye son iki delik... Dızt, dızt... Bitti. Yani levha. Kulaklarımı
iyice açtım, evet diyen çıkmamıştı. Bir kaç dakika sonra anons yeniden başladı.
Günde belki yüz kere tekrarlanıyordu bu ve her gün olmasa da iki günde bir
paranın cazibesine dayanamayıp evet diyenler çıkıyordu mutlaka. Sonra iki robot
gelip taze 24’lüğü alıyor ve bir daha görünmemek üzere götürüyorlardı. Dızt,
dızt... Bu da tamam. Yeni levha. Sol üst köşe dört delik dızt, dızt...
“İşi
bırakıp yataklarınıza gitmek için bir dakikanız var. 59, 58, 57...”
Anonsun irkilten sesiyle kendime geldim.
Mesai bitti, uyku zamanı. Son levhayı yerine bırakıp gözlerimi ovuşturdum ve
hücrelere doğru giden çıplak güruhun peşine takıldım. Bir iki sarsak adımdan
sonra şekilsiz bir robot karşıma dikildi.
“Senin için kişisel bir anonsum var.”
“Evet?” Kişisel anons? Niye? Ne oldu? Ensem
uyuştu, gözlerim karardı.
Soğuk kadın sesi robotun ağzından yayılırken
buz gibi ter vücudumu kaplıyordu. “Robotu
takip etmen için iki saniyen var. 1...”
Tekerlekli ayaklarıyla yürümeye başlamıştı
bile. Adımlarımı atıp gelen emri anında uyguladım. Robot, delici tezgahlarının arasından
hızla geçip odanın dibindeki dar koridora doğru yollandı. Tekerlekli ayakları
metal zeminde yağ gibi kayıyor, beynimde binlerce soru dönerken ter çenemden
damlıyordu. NEREYE GİDİYORUZ? İnce uzun koridorun gölgeli ağzına vardığımızda
beynim zonklamaya başlamıştı. Robot duraksamadan dipsiz koridora daldı. Tere
batmış yüzümü kolumla silip peşinden gittim. NE OLDU? Kaslarım seğirip,
kulaklarım yanarken robotun yanına yaklaşıp sessizce fısıldadım.
“Ne oldu? Lütfen söyle ne yaptım?” Sesim
çaresiz bir iniltiden fazlası değildi.
Robot metalik sesiyle şakıdı. “Bana verilen
anons dışında bilgim yok.”
“Peki nereye gidiyoruz?”
“Canavarın yanına.” Kalbim... Cevap
kulaklarımdan önce kalbime gitti. Göğsüm sıkıştı, kan akışım durdu. Gözlerim
koridorun dipsizliğine dalıp giderken kalbim atmadı. Canavar... Yönetici
canavar... Korku ayak parmaklarımı kaşındırıp ensemi tırmaladı, sırtımdan akan
bir damla ter kıçımın arasına girip kayboldu. Ve ben koridorun donuk, beyaz
ışığı altında dehşetin bin bir türlüsünü yaşarken, kıçımın güvenli karanlığında
yiten o bir damla teri ölesiye kıskandım.
Gırç, gırç, gırç...
Robotun elindeki seruma göz ucuyla baktım.
“Serumu kullanman için on saniyen var.” Canavar,
göbeğindeki geniş ağzını şapırdatarak konuştu.
Başsız bir vücut, çıplak, açık mavi bir deri,
uzun bacaklar, dirseğe kadar iki kemiksiz kol... Baktıkça başım döndü ama dehşet
daha yeni başlıyordu. Löp etten kolların koltuk altında, kızıl kıllarla kaplı göz
kapaksız iki koca göz... Fakat hepsinden önce vücudun merkezinde, ürkünç
dişlerle süslenmiş, kalın dudaklı devasa bir ağız ve kan kırmızısı ince, uzun
bir dil...
“Serumu kullan yavrum çünkü bu gece sana uyku
yok.” Robot, canavarı duyunca serumu biraz daha kaldırıp iyice burnuma soktu.
Yönetici canavar rahat koltuğuna yayılmış
duvara yansıtılan görüntüleri izliyordu. Gırç, gırç, gırç... Vida, kan,
parmaklar, RÜYAM! Bir damla ter burnumdan yere damladı. Şıp! Canavar yumuşak
kollarını kaldırıp, kızıl kılların arasından bir an bana baktı. Duvarda kanlı
parmaklarım vidayı metale sokmaya çalışıyor, çıkan düzensiz gıcırtı canavarın
buz gibi bakışlarını daha da soğutuyordu. Koltuğunun sol tarafındaki, daha önce
görmediğim yeşil, kanlı kovayı ayağıyla önüne çekti. Önce kalın dudakları
aralandı, sonra sivri dişleri. Göbeğindeki dev yarıktan kırmızı dili bir yılan
gibi uzadı, belki bir metre, belki bir buçuk. Canavar kanlı kovanın dibini
yalayıp dehşetengiz dilini kana bularken robotun uzattığı sarı tüpe boş boş
baktım.
Uyuşmuştum. Bir serum, on saniye, kırmızı
dil, kan, kova, CANAVAR. 9, 8, 7... Gözümün önünde rakamlar döndü. Kanlı dilden
duvarda oynayan rüyama kaydı bakışlarım, kan metal oyukta birikiyordu, biraz
daha, biraz daha. Serumu alıp gözlerimi kapadım ve damar yoluma sapladım. Zıplatan
enerji damarıma akarken canavar sarkmış dilini ağzına topladı ve ayağıyla
kovaya vurdu.
“Bir
kova daha bağırsak getir. Bak sakın yıkama tamam mı? Sadece tuzla, o kadar.
Tuzunu da bol koy.” Robot kovayı kaptı ve dışarı çıktı. Yönetici canavar
kemiksiz kollarını yanlarına açarak merakla bana baktı.
“Şimdi söyle bakalım,” dedi göbeğinden. “Ne
yapıyorsun lan o vidayla öyle?”
Korkunç bir sessizlik çöktü odaya. Dilim
donmuş, çenem tutulmuştu. Tek bir ses bile çıkartamadım. Sadece vidanın metali
oyma sesi, gırç, gırç... Koltuk altından beni süzen canavar küçük bir homurdanmayla
sessizliği bozdu.
“Bana neden canavar diyorlar biliyor musun?”
Benden hiç bir tepki alamayınca devam etti. “Çünkü ben öyle demelerini
istiyorum. Senin geri zekalı ırkınla ilk karşılaştığımda birkaç zibidi beni
gösterip ‘Canavar!’ diye çığlığı basmıştı. İsim hoşuma gitti. Böyle nasıl
diyeyim söylerken ağzımı dolduruyor. Sonradan araştırdım tabi anlamını,
o zaman daha da bir sevdim.”
Robot, elinde bir kova bağırsakla içeri
girdi. Kanlı, parlak ve bol bol tuzlanmış... Pelte gibi titriyordu bağırsaklar
robotun elinde. Tekerlekli ayaklarından çıkan ince vızıltıyla odayı kat edip
kıvrım kıvrım maskaralığı canavarın önüne koydu.
Canavar dilini iştahla kovaya daldırdı ve
koca bir parça bağırsağı ağzına tıkıştırırken robota sordu.
“Bu keltoş işçilerden sen ve diğer metal
kafalılar sorumlu dimi?”
“Evet efendim.”
“Söylesene o zaman, sen bu rüyadan ne
anlıyorsun?”
Cevap anında geldi. “Bastırılmış cinsellik,
efendim.”
“Ne pişkin bir robotsun lan sen. Bastırılmış
cinsellik ha? Bu adamların daha doğmadan hormonlarına müdahile edilmedi mi?”
“Edildi, efendim.”
“Demek ki bu adamınkini becerememişsiniz.
Ulan baksana adam vidayla metali becermeye çalışıyor. Şeyini bir kaldırabilse
hepimizi şişe dizecek.” Kıvır kıvır bir parça bağırsağı çiğnerken yüzüme bakıp
öfkeyle soludu. “Hay hormonuna sokayım senin.” Tekrar robota döndü. “Bu adamlar
işemiyor dimi?”
“Evet efendim. İşemek zaman kaybıdır iş
gücünü azaltır. Terle atıyorlar.”
“O zaman şu önünden fil burnu gibi sallanan
şeye ne gerek var yavrum. Kesip alın onu. İşe yaramayan şeyler gereksizdir.
Alın onu kafa karıştırmasın.”
“Tabi efendim.”
Kızıl kılların arasından yüzümü buldu
gözleri.
“Sizin kabaran hormonlarınıza vakit yok burada
anladın mı? İş yapmanız lazım iş. 24’lük olacaksın. Cezan bu.”
24? Haftada 40.000 kredi fazladan para. Uykusuzluk,
bol serum. Ömür boyu çalışma...
“Haftada 40.000 krediyi alacak mıyım?” Ağzımdan
bir anda çıkıverdi soru. Her gün yüz kere ‘24’lüklere katılın anonsunu’
dinleyince insanın aklına kazınıyordu.
Canavar dev ağzını sonuna kadar açıp, kocaman
bir kahkaha attı.
“Şu anda ne kadar paran var bankada?”
Kahkahalarının arasından zar zor sorabilmişti bunu.
“583.450.000 kredi, efendim.”
“Tamam ulan bankadaki paranı 3.000.000.000
kredi yapıyorum. 24’lük olduğun için de haftalık 2.000.000, tabi sabit maaşın da
artacak.”
3.000.000.000 kredi... Bütün cezaları, 24
saat çalışmayı, canavarı, her şeyi unuttum. Haftada 2.000.000 kredi... PARA!
Daha çok para, çok çok fazla para... İçimde harika bir sıcaklık dolaşırken, hafifçe
sırıttım, sonra biraz daha, biraz daha ta ki dişlerim ortaya çıkıp hafifçe
kıkırdayana kadar.
Sırıttığımı gören canavar bir kahkaha daha
attı ve ben de ona eşlik ettim. Karşılıklı gülüşmemiz bitince canavar yönetici keyifle
robota döndü.
“Şu geri zekalıya bak seviniyor.” Son bir
kıkırtının ardından hafifçe öksürdü, kendini toparlayıp gözlerime baktı.
Konuştuğunda sesi ciddiydi.
“Parayla ne yapılır söylesene bana? Sana
diyorum ne işe yarar para?”
Gülümsemem yüzümde soldu. Para ne işe yarar?
Para?
“Harcayamadıktan sonra paranın ne önemi var
ki? Kapına birkaç rakam yazalım oldu bitti. Sen hiç hayatında para gördün mü?
Yok.” Derin bir iç çekti. “Üzgünüm evlat para falan yok, hiç olmadı. Eğer seni
mutlu edecekse tüm kapını rakamlarla dolduralım. Fakat bir boka yaramaz.”
3.000.000.000... 2.000.000... 583.450.000...
40.000... Gözümün önünde rakamlar döndü. Kulaklarım uğuldadı, gözlerim sızladı
ve rakamlar biraz daha döndü. PARA NE İŞE YARAR?
Canavar, robota dönüp devam etti.
“Aferin lan size bu beyinsizlerin kafasına
iyi soktunuz para hırsını. Bütün dünyası para oldu ibnelerin. Gırtlağına çöküp
kanını içiyoruz hala para diyor geri zekalı.” Dilini şaklatıp bir parça daha
bağırsak aldı. “Bunun da tuzunu iyi tutturmuşsun. Aferin lan sana aferin...”
Robot küçük bir mutluluk mırıltısı çıkarttı.
“Hayır efendim. Para hırsı zaten onlarda
mevcuttu. Sizden önceki dönemlerde para için birbirlerini kestiler. Hem de
defalarca. O yüzden biz, para hırsı konusunda hiç bir ek çalışma yapmadık.”
Eliyle kanlı kovayı gösterip devam etti. “Bağırsak için bu tuz oranı iyiyse
bundan sonra her zaman aynı tuz oranıyla karşınıza gelecektir, efendim.”
Para, tuz, bağırsak, hırs... Beynim patlamak
üzereydi. Aklıma gelen ilk şeyi sordum.
“Taşak ne demek?”
Canavar kızıl kılların arasından şöyle bir
baktı. Robot sessizce bekledi.
“Terazi diyorum ne demek?” Bağırdım. Gözlerim
dolmaya başladı. Sesim titredi.
“Bunun ne kadar hormonu varsa hepsini
emdirin, çekin, yok edin. Adamın sorduğu sorulara bak. Şu önündeki fazlalığı da
kesip alın. Sonra da doğru 24’lüklerin arasına. Bu salaklar çalışacak ki bu
gezegen ayakta kalsın. Hadi zaman kaybetmeyin.”
Robot kıskaç eliyle bileğime yapıştı. Gözümden
birkaç damla yaş akarken beni kapıya doğru çekti. Bir iki adım atıp kapıya
geldiğimizde canavarın sesi odada yankılandı.
“Beynini de sıfırla şunun, yanında yerli
yersiz konuştuk kafası bulandı. Ne var ne yoksa kazı at, sonra da hiç bir şey
yükleme siktir et öyle kalsın.”
Yeni levha, sol üst köşe, dört delik dızt
dızt dızt dızt...
Temizlik robotu gelmiş dezenfektan
püskürtmüştü. Sağ alt köşe dızt dızt...
“Ulan götoş ne pis bir adamsın lan sen. Bu
nasıl bir koku yahu? Her gün senin apış aranı temizliyorum yetti artık be.”
Sol alt köşe dızt dızt...
“Şşşt sana diyorum lan.”
Yeni levha dızt dızt...
“Cevap versen ibne!”
Buharı püskürttü. Dızt dızt... Sağ alt
köşe...
Pafümü sıktı. Pıst... Dızt dızt... Sol üst
köşe...
Dördüncü evre. Dızt. Jeli sürdü. Yeni levha.
Dızt...
“Teraziler nerede?” Bir an durdu metal elleriyle
bacak aramı yokladı.” Ulan çükün nerede? Onu da mı aldırdın?” Dızt... Dızt...
“Otuz
saniyelik temizlik bitmiştir. Temizlik robotu ayrılabilir.”
“Boş ver ağırlık yapmaz hiç değilse.
Benimkileri zor taşıyorum yürürken.”
Robot metalik bir kahkaha attı ama ben
duymadım. Dızt dızt...
Bulut TAR
Eylül 2013