10 Temmuz 2013 Çarşamba

YANLIŞ YARATIK



Bana bal kokan şaraplarından sundular. Elimin tersiyle ittim. O soytarı kılıklı kambur cüce önce dişlerini sıktı, sonra da kendi dilinde küfürler ederek şarabı kaldırdı masadan. Bu davranışı kafama not edip oturduğum kaya parçasına iyice yayıldım ve dev baltamın sapını okşayarak cücenin pis, sarı gözlerine baktım. Toprağın altında otuz gün kalmış porsuk gibiydi. Pis, yağlı, dişlek... Bakışlarımı yakalayınca, dudaklarını aralayıp uzun ön dişlerini gösterdi ve arkasını dönüp yeri delercesine yürüdü. Bir kaç saniye sonra hanın arka tarafında bir kapı sertçe çarptı.
Bana sinirlendi! Yıllardır aynı tepkiler, hiç değişmezdi. Derin bir iç çektim ve mesleğime ağzımın içinden okkalı bir küfür savurdum. Şu anda evimde oturmuş o pis cücenin elinin değmediği, bal kokmayan bir şarap içiyor olabilirdim. Fakat para... Kuşkusuz kendisi evde içilen şaraptan daha tatlıydı.
Gülümsedim. Sinsi cüce kıvama gelmişti, artık başlayabilirdim. Şimdi binlerce kez yaptığım şeyi tekrarlamam gerekiyordu. Prosedürler... Bu benim için artık ibadet gibiydi. Önce derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve sonra çıt sesini duyana kadar baş parmağıma sertçe bastırdım. Ah! İşte en sevdiğim an burasıydı. Çıt! Ve sonra baş parmağımdan başlayan o tatlı uyuşukluk... Gıdıklayan, kaşındıran, uyuşturan o büyülü titreşim... Parmağımdan elime, oradan da tüm vücuduma yayılıyordu. Ayaklarıma ulaştı, kasıklarımı okşadı, göbeğimi yaladı, meme uçlarımla tarifsiz oyunlar oynadı... Fakat gözlerime geldiğinde dişlerimi sıkıp, burnumdan solutan o meşhur yanma tüm keyfimin içine etti yine. Korkunç bir acı... Her zaman olurdu bu. Sanki gözlerimi kızgın bıçaklar oyardı. İki parmağımı göz kapaklarımın üzerine koyup hafifçe ovdum. O yavşak mühendisler buna yıllardır çare bulamamışlardı. Yanan kendi gözleri olsaydı, farklı olurdu tabi. Orospu çocukları.
İşlem tamamdı. Titreşim bitmiş, gözlerimin yanması ardında garip bir zonklama bırakarak yok olmuştu. Dişlerimin arasında ince bir nefes verdim ve gözlerimi yavaşça açtım. Silik ışık, pis masalar, basık tavan... Hanın görüntüsü aynıydı fakat artık bu manzarayı gören yalnızca ben değildim. Çeneme doğru fısıltıyla konuştum.   
“Görüntü net mi?”
“Evet,” Heyet Başkanı’nın pürüzsüz sesi kulaklarımda dolaştı. “Fakat biraz etrafa bak. Nasıl bir yer olduğunu hepimiz merak ediyoruz.”
Baktım. Gözlerimi hanın her köşesinde gezdirdim.
“Gözlerini kırpmadan lütfen.”
Beynim karıncalandı. Ensemdeki tüyler dikleşti. Bu tip laflar mesleğimin bir parçasıydı ama alışamıyordum işte. İçimden küfürlerin en ağırını ettim. Ardından derin bir nefes alıp tıslar gibi konuştum.   
“Sayın Başkan, eğer hazırsanız işimize başlayabiliriz.”
Kulaklarıma birkaç hayret mırıltısı geldi. Heyet üyeleri bu tip ilkel yerleri gördüklerinde hep aynı tepkiyi verirlerdi. Acımayla korku arası bir şey. Yüzümü nefretle buruşturdum. Buradan çok uzakta, gezegenimizdeki rahat koltuklarda oturup, bir şeylere acımak ne kadar kolaydı. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Başkan konuştu.
“Başlayalım.”

Başladım.
Baltamın sapını sıkıca kavradım ve hırıltılı bir sesle konuştum.
“O cüceyi hemen buraya getirin.” Birkaç günlük gözlemin ardından Tapgoro’nun gariban dilini öğrenmek benim için kolay olmuştu.
Tapgoro... Burada yaşayan cüce ırkın dünyalarına verdiği ad buydu işte ve ziyaret listemde bunun gibi yirmi tane daha gezegen vardı. İlkel, yabani ve tekinsiz gezegenlerdi bunlar. Kanın su gibi içildiği, zevk için kellelerin koparıldığı türden yerler. Zekanın az, vahşetin bol olduğu dünyalar. Can güvenliğim mi? Güldürmeyin beni. Vahşiler gibi uluyup dev baltamı savurduğum zaman kimse bana ilişemezdi.
Handa küçük bir kargaşa yaşandı. Çarpan kapıların sesleri arasında bazı cüceler şiddetle tartışıyor ve bu curcunayı benim gözlerimden izleyen heyet üyeleri yapacağım açıklamaları bekliyorlardı.
“Sayın Üyeler,” diye başladım söze. “Tapgoro halkı beni son derece misafirperver bir şekilde karşıladı. Handaki en güzel masayı verip, en özel şaraplarını sundular. Tabi baltamın da etkisi var bu ikramlarda fakat...”
“Bize verdikleri tepkileri anlat.” Konuşan Başkandı.
“Öfke ve biraz küfür.  Yapılan ikramları her zaman ki gibi geri çevirdim. Fakat ikramı yapan kambur Tapgorolu önce küfürler etti, ardından şarabı masadan kaldırıp yanımdan öfkeyle uzaklaştı. Gördüğünüz odadan ayrılmadan önce benimle göz göze gelip dişlerini gösterdi. Sayın Üyeler biliyorsunuz bu ilkel ırklarda bir tür tehdit veya saldırganlık belirtisidir.”
Söylediklerimi sindirdikten sonra Başkan tüm üyeler adına konuştu.
“Senden ahlaki bir sorgulama istiyoruz. Biliyorsun saldırganlık bu seviyedeki ırkların hepsinde vardır. Bizim için önemli olan ahlaki değerleri. Kriterlerimize uygunluğunu öğrenmemiz lazım. O yüzden zorla onu. En sorulmayacak soruları sor. Aile kavramlarıyla başla mesela. Neyse sen benden daha iyi biliyorsun zaten. Adamımız geliyor bir an önce halledelim bu işi.”
Heyet Başkanı konuşmasını bitirdiğinde, sarı gözleri, kambur duruşuyla Tapgorolu cüce masamın önüne kadar gelmişti. Sakinleşmiş görünüyor ve bir gözü baltamda, önümde dikiliyordu.
İrice bir kaya parçasını göstererek konuştum.
“Lütfen otur.”
Oturdu. Kibar konuşmam yaratığı iyice uysallaştırmıştı.
“Bir adın var mı?”
“Garohi” Sesi kapı gıcırtısı gibiydi.
“Pekala Garohi öncelikle şarap olayı için kusura bakma, seni kırmak istememiştim.”
Gözleriyle onayıp, “Sorun değil” dedi.
Yüzlerce ırkla yapmıştım bu muhabbeti. Asırlardır değişmeyen taktiğimiz, önce kızdır sonra özür dile. Heyet bu konuda çok hassastı, çünkü türlerin verdiği ilk tepkiler onlar için paha biçilemezdi. Ayrıca bu teknikle yaratıkların affetme gibi bir refleksi olup olmadığını da değerlendirme şansları oluyordu. Garohi’nin gözlerine baktım. Tamamen yatışmıştı. Artık başlayabilirdim.
“Bir ailen var mı Garohi?” Tapgorolu cüce etrafına baktı. Gözleri yan masalarda oturan türdeşleriyle buluştu.
“Yok.”
“Peki hiç oldu mu?” Boş baktığını görünce açıkladım. “Yani annen, baban, seni hayata getirenler.”
“Hiç görmedim.”
Şu ana kadar iyi gidiyordu. Kısa ama yeterli cevaplar. Heyetin keyifli onaylamaları kulağımı gıdıklarken devam ettim.
“Bir karın, bir eşin var mı?”
Yine etrafına bakıp hafifçe kıkırdadı. “Tapgoro’daki tüm dişiler benim karımdır.” Bütün masalar gülüştüler. “Fakat eşim derken neyi kast ettiğini anlamadım.”
Başkan’ın heyecanlı sesi kulağımı tırmaladı.
“Bunun üstüne git.”
Etrafa uymak için ben de hafifçe sırıttım. Sonra boğazımı temizleyip devam ettim.
“Eşten kastım, hayatını birlikte sürdürdüğün bir kadın. Birlikte yaşadığın, çocuk yaptığın... Yani aile, Garohi.”
Sarı gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Bir kadınla mı? Gezegenin tüm kadınları varken neden bir kadınla yaşayayım. Hem de uzun süre.” Derin bir nefes alıp gıcırtılı sesiyle devam etti. “Üremekten bahsediyorsun. Üreyip birlikte yaşamaktan.” Şekilsiz parmakları kafasını ovuşturdu. “O senin dediğinden bizde yok.”
“Peki siz nasıl yapıyorsunuz?” Heyet üyeleri nefes bile almadan dinliyorlardı.
“Biz çiftleşiriz,” dedi Garohi. “Ama sadece hoşumuza gittiği için. Üremek dişilerin sorunudur. Onlar da doğururlar ama sonra hayatlarına devam ederler. Doğan çocuk da kendi kendine büyür. Hepimiz böyle büyüdük.” Etraftan onaylayan sesler geldi. “Başka bir şekli var mı ki?”
Cevap almak istediğim konulara yavaş yavaş geliyorduk.
“Çiftleşmek dedin Garohi. Bunu beğendiğin bir dişiyle mi yaparsın yoksa senin için fark etmez mi?”
Garohi bir an düşündü. “Aslında beğendiğimle yapmak tercimdir ama olmasa da olur.”
Heyet Üyelerinin nefeslerini kulaklarımda hissedebiliyordum, çok önemli bir noktaya gelmiştik.
“Peki,” dedim. “Senin beğendiğin bir dişi başka bir Tapgoroluyla çiftleşirse ne hissedersin veya ne yaparsın?”
Garohi oturduğu taştan kalktı ve hanın tozlu zemininde ileri geri yürümeye başladı. Yürüdükçe küçük bir toz bulutu da onu izliyordu. Yan masalardaki meraklı bakışlara aldırmadan döndü ve burnumun dibine kadar geldi. Yani kambur bir cüce benim burnuma ne kadar gelebilirse. Öfkeyle kısılmış gözlerini gözlerime dikip tıslamayla karışık bir gıcırtıyla konuştu.
“Gözlerini oyarım.” Bir an handa kusursuz bir sessizlik oldu. Sanki herkes bu anı bekliyordu. Etrafına bakan kambur yaratığın yüzünde alaylı bir sırıtma belirdi.
GÜM!!!
Kulağım şiddetle çınladı. Ben avcumla kulağıma bastırıp ne olduğunu anlamaya çalışırken boğuk bir patlama sesi daha geldi. Birkaç çığlık ve ateşin korkunç harlaması... Garohi’nin gülümsemesi genişliyordu. Öksürüklerin arasından nefes almaya çalışanların irkilten sesleri... Garohi’nin sivri dişleri ortaya çıkıyordu. Başkanın dehşetli sesi beynimde çınlarken avcumu iyice  kulağıma bastırdım.
“Durun! Öldürme DUUUUURR!!!”
GÜM!!!
Patlama Başkanın sesini bıçak gibi kesti.
Gözlerim Garohi’nin çarpık sırıtışına bakarken çiğ korku ensemi  tırmalayıp soğuk terleri sırtım boyunca akıttı.
Garohi hala gözlerimin içine bakıyordu, yüzünde kin, gözlerinde nefretle... Fakat konuştuğunda sesi sakindi.
“İstila başlamıştır. Tapgorolu askerlerim, ölmemiş tüm Heyet Üyelerini bana doğru çevirin.” Kulaklarımda gıcırtılı sesler emirler yağdırıyor, Üyelerin çaresiz hıçkırıkları onlara eşlik ediyordu.
“Hazırız Efendim!” Yüksek perdeden gıcırdadı yaratık.
“Hazırlarmış.” Elimde olmadan tekrarladım.
Garohi gözlerinden nefret kusarak konuşmaya başladı.
“Siz kim oluyorsunuz da beni sorguluyorsunuz?” Bizim dilimizi konuşuyordu. Bu kambur ucube bizim dilimizi konuşuyordu. Beynim uyuşmaya başladı. “Çok mu zekisiniz, geri zekalılar? Milyonlarca yıl sonra uzaya adım attınız, hemen köle arıyorsunuz ha? Hem de Tapgoro’da...” Bir yılan gibi güldü. “Siz tarih bilmez misiniz ha? Sizler daha mızrakla geyik avlarken biz galakside cirit atıyorduk. Adını bile duymadığınız yüzlerce imparatorluğun kökünü kazıdık biz. Nankör ibneler! Dünyanızdaki dinozor belasının kökünü biz kuruttuk be. Çok övündüğünüz o insanlığı kurtaran meteoru benim atalarım gönderdi. Neden? Çünkü zeki ırkların yaşamına saygı gösterdik.”
Uyuşmuştum. Üyelerin ne halde olduklarını ise beynimde dönen kesik hıçkırıkları anlatıyordu. Elim baltama uzandı fakat iki cüce onu alıp hanın öbür ucuna götürmüştü bile. Başka bir tanesi de başıma garip bir nesne tutuyordu. Garohi bu sefer gerçekten bana baktı.
“Kıpırdamasan iyi olur.” Masanın üzerinden uzanıp yamuk yumuk pençesiyle yakama yapıştı. “Şimdi gözlerini kocaman aç da oradakiler beni iyi görsün.”
Açtım.
Garohi beni iyice kendine çekti ve gözlerini gözlerime sokup kükredi.
“YAKIN ORAYIIIIIII!!!!!!”
Kulaklarım kapı gıcırtısını andıran milyonlarca çığlıkla yırtıldı. Beynimin içi savaş meydanı gibi kaynarken, birkaç saniye sonra patlayan bombalar savaş çığlıklarına karıştı. Parçalanan insanlardan çıkan ürkünç çatırtılar... Alevlerin yuttuğu insanlık... Ölüm beynimin içinde kol geziyordu. Baş parmağıma serçe bastırıp bu işkenceyi bitirdim. Sessizlik huzur getirdi mi? Asla.
Garohi hala bana bakıyordu. Sarı gözlerine bakarak umutsuzca sordum.
“Nasıl yaptınız?”
Garohi son derece basit bir cevap verdi. “Eskilerin yardımıyla.” Gülümsedi. “Her şey istediğin gibi gidiyordu, dimi? Cevaplarım? İtiraf etmeliyim rolümüze iyi çalıştık.” Handaki tüm cüceler kahkaha attı. “Üzgünüm insan dostum sana yalan söyledim, çok kuvvetli aile bağlarımız vardır.” Duraksadı ve handaki tüm cücelere baktı. “Vücutlar ölür ama biz beyinleri muhafaza ederiz. Sonra da onlar akıl danışır, yolumuzu öyle çizeriz, bilirsin tecrübe önemlidir. Bu istilayı kim planladı biliyor musun?”
Cevabımı beklemeden konuştu.
“Dinozorların canına okuyan Tapgorolu. Nedense sizlere karşı garip bir ilgisi var. Fakat son birkaç yüzyılda yaptığınız köleleştirmeler onu bile hayal kırıklığına uğrattı. Size olan güvenini tamamen yitirdi. Dünyanın geleceği için bu sefer sizin yok olmanız gerektiğini düşünüyor. Bana en son konuşmamızda ne dedi biliyor musun? “Asırlar önce galiba yanlış yaratığı öldürdüm.””
Masalardaki cücelerin hepsi ayaklanmaya başladı.
“Bu sefer dünyadaki köle ırklara bir şans vermeyi düşünüyor. Umarım bu doğru karardır.”
Arkasını dönüp yürümeye başladı. Handaki tüm Tapgorolular da peşinden. Donmuş bir şekilde paytak yürüyüşlerini seyrettim. Bal kokan şarapları yapan, soytarı kılıklı kambur cüceler yavaşça uzaklaşıyorlardı. Garohi handan çıkmadan arkasını döndü.
“Dünyana dönebilirsin,” diye gıcırdadı. “Tabi köle ırklar seni orada yaşatırsa.”

 Bulut TAR
Temmuz 2013

1 yorum:

  1. Ben bu tarz kısa öyküleri çok seviyorum. Bir solukta bitseler bile sürekli bir şeyler geliyor. Dizi sitelerinde kısa diziler izlemek gibi birşey. Sadece daha keyfli :D

    YanıtlaSil