Saba rüzgarlarına sordum onları bir haber getirirler diye bana
“Haberi ne yapacaksın?” dedi saba rüzgarı bana
İbn Arabi
İnsanların Dünya’da isyan edeceklerini düşündükleri son şey
isyan ettiğinde, medeniyet çoktan galaksinin tenha köşelerine yayılmıştı. Dünyanın
büyüleyicilik konusunda artık sıradan bir resimden hallice etkileyici olan
büyük mavi kütlesi Ay’daki 1. Bölge Medeniyetler İttifakı’nın(Yaşam Gemimizdir) cam kubbesinden
görünüyordu. Çürümüş etin içindeki kurtçuklar gibi kendi ışıklarıyla yanan
milyonlarca yıldızın kımıltısına bir an bile bakmayan bir adam elleri cebinde
volta atıyordu. Bu sıkıntılı ruh Saygın 1. Üye Abil Rasim Jordan V’ill
Rahman’dı. Yeryüzünde parayla satın alınabilecek en iyi eğitimi tek kuruş
ödemeden hakkıyla almış, soylu bir aileden gelen esmer, kuru bir adamdı. Abil
Rasim bütün galaksiyi iki aydır sarmış olan hayli önemli sorun hakkında kendi
kendine hazırlık halindeydi. Kişisel tarihinde Aquina’lı Thomas’ı ilk kez
keşfettiği, federasyon bursu kazandığı ya da 29 yaşında bekaretini kaybettiği
akşam kadar önemli bir akşamdı bu.(Ay saatiyle 21.13) Galaksimizin herhangi bir
köşesindeki süper bilgisayarla kıyaslanamayacak kadar verileri bir birbiriyle
ilişkilendirebilen beyni bu krize ancak bir yer elması kadar tepki
verebiliyordu. Tırnak yeme alışkanlığına geri döndüğünü anladığı an hırsla
ellerini dünyada üretilmiş tüvit ceketinin ceplerine soktu. Bir lider böyle bir
duruma nasıl bir tepki verebilirdi ki? Dünya’da 50 yıldır Grip, 25 yıldır
enerji krizi ve son 19 yıldır da hiç çatışma yoktu. Abil Rasim uzaklığı ışık
yılıyla hesaplanan her şeyin kanaat önderi, nasıl bir krizi önce muallaya sonra
da üstü gerçekle örtülmüş politikaya çevirebilirdi?
Norveç’li asistanı Haldis içeri
sertçe daldığında elleri hala ceplerinde yürüyordu. Kadın profesyonelce
sakladığı bir panikle “Abil Rasim konuk heyeti tesise yanaştı. Konuğumuz önce
Ay’ın yer çekimi için denge odasında iki buçuk dakika vakit geçirecek…”
“O kadar az mı?” dedi Abil Rasim.
“Kütlesi göz önüne alındığında,
makul bir süre. Kendisi Orta Batı Kolonicileriyle yenecek yemeği göz ardı
etmemizi ısrarla rica etti. Direkt sizinle olan kişisel konuşmasına geçecek.
Görüşmeniz boyunca danışman istemediğini belirtti; fakat ben ve davranış
bilimleri alanında masterlı bir botanikçi, size eşlik edeceğiz.”
“Master’ı nereden?”
“Brown.”
“İyi, iyi. Tamam o zaman hazırım.
(Sahte bir gerginlikle gülümser) Gerçi bir meyveyle konuşmaya ne kadar hazır olunursa.”
Abil Rasim esprisine gevrek kıkırtısıyla eşlik ederken, Hadel boğazını kibarca
temizledi. “Meyve terimini kullanmazsanız iyi olur Sayın Birinci Üye. O bir
karpuz ve özellikle kendisinin belirttiği gibi kendisine Karpuz denmesini
istiyor.”
Bütün bu sıkıntılar Perulu çiftçi bir ailenin sabahın
beşinde bostanlarında birinin şarkı söylediğini duymasıyla başladı. Üzerinde
don, elinde çifteyle tarlaya koşan baba gördüğü karşısında donakaldı. Bostanın
ortasında sapı henüz yeni yeni kurumaya başlamış kabak eğriliğinde çirkin,
kocaman karpuz derin sesiyle şarkısını(Le
Paradis du Fruit) söylüyordu. Çiftçiyi fark eden karpuz duru bir tenor ile
ona merhaba dedi. Adam da her sağlıklı katolik bostan emekçisi gibi önce istavroz
çıkarıp ardından iki el ateş edip kasabadaki kiliseye sığındı. Tepesinden hafif
şekilde yaralanan Karpuz daha sonra gelip etrafında mum yakan, şarkı söyleyen,
gülen, fotoğraf çekenler tarafından tedavi edildi. Herkesle dostça selamlaştı
ve sohbet etti. Basının olayı biyolojik bir şaşkınlıktan popüler bir mucizeye
çevirmesi uzun sürmedi.(Callisto Mega
Star’ını Arıyor’dan nazikçe reddettiği iki teklif aldı.) Mendel İnisiyatifi
Derneği kendisini başkanlık için tez elden aday gösteriyordu. Güneş
sistemindekiler dahil on üç üniversiteden kürsü verilirken, Adana bahsi artırıp
kendisini fahri vatandaş ilan etti ve sosyal güvenlik numaralı bir kimlik
çıkardı. Papalık - İsa’nın Celile kıyısında açları doyurmasına benzettikleri bu
mucizeyi kutsarken, Mutlu Budist’ler “Biz Demiştik!” pankartlarıyla Karpuz’un
varlığını kutluyordu. Ayık ve kalabalık içinde olduklarında pek çok insanda bu
durumu genetik biliminin sevimli bir ucubeliğine yorarak akıl sağlıklarını
koruma çabasındaydı. Yıllardır hiçbir televizyon programına çağrılmamış
akademik çevre başlarda bu ilgiyi körükleyecek yüzlerce farklı teoriyle zafer
sarhoşluğu içindeyken sağduyu ile sorulan kanser, Alzheimer ve ereksiyon
tedavilerinin gelişmelerindeki yavaş ilerlemeye dair sorularla medyaya hemen
küstüler. Sonunda ilgili insanlar daha fazla bilimsel sorumluluk almayıp doğa
ananın, Allah’ın ya da ordunun işi diyenlere katılarak olanları izlemekle
yetindiler.
Olay galaksinin bilinen bütün köşelerinde hızla yayılıp en
ciddisinden en gevşeğine her platformda en renkli kısımlarıyla tartışılırken, Fransız
bir basın mensubu herkesin sorduğu ‘Nasıl?’ sorusunun aksine Karpuz’a daha
makul bir soru yöneltti: ‘Neden?’
Çirkin karpuz sorunun zamanlamasına sevinip yamuk ağzıyla
teşekkür ederek tarihe geçen o cevabı verdi: “Dünya için.”
Bu cevap kısa sürede ünlü mısır gevreği markasının uzaylı
maskotuna yakışan bir yapışkanlıkla her mecrada sömürülürken Perulu Karpuz’un
aslında ne demek istediği G-5 zirvesine kadar anlaşılamadı. Karpuz iyi
aydınlatılmış kürsüsünden davudi sesiyle bütün hükümet temsilcilerine Dünya’nın
bir parçası olarak yaşamanın nasıl mükemmel bir dengeyle vuku bulduğundan
bahsetti. Konuşma sonuna kadar bir alkış sağanağıyla devam ederken Karpuz’un
samimi iç çekişiyle söylediği son cümleleri salonu sessizliğe ve kafa
karışıklığına boğdu: “İnsanoğlunun dünya üzerinde sayılı zamana sahip olduğunu
söylemek beni üzüyor ancak hakikat denen mükemmellik ile -gerçek bile olsa-
asla duygularla başa çıkılmamalıdır.” Karpuz saygın popülerliğinden, bağırarak
küfür eden pantomimcinin konumuna doğru hızlı bir düşüş yaşadı. Tabii bu konuşma
karpuzun en önemli niyeti için işe yaradı. Politikanın içinde üstü kapalı
tehditleri savurmayı ve dinlemeyi en iyi beceren adamların ilgisini çekti.
“Hayır,” dedi Abil Rasim sakince. Burnu
ve alnı arasında bir damar magma gibi inip kalkıyordu.
Dünya manzaralı kubbenin altındaki
büyükçe koltuğa yatırılmış buruşuk derili -kesinlikle TV’dekinden daha şişman-
yeşil bir kütleydi. Alacalı yeşil kısık göz çizgilerinin altında kırmızı yamuk
ama güven verici geniş bir ağzı vardı. Karpuz aldığı cevap düşünülebilirmiş
gibi tarttı.
“Yanıtınızı anlıyorum ancak…”
“Cümleye ama ile devam edeceksen
yanıtımızı hiç anlamamışsın demektir Karpuz Efendi. Dünya senin iddia ettiğin
gibi üzerinde çiftleşip sonra sifonu çektiğimiz bir kara parçası değil. Orası
bizim yuvamız ve inan bana biz çok uzun zamandır oradayız.” dedi Abil Rasim. “Anlaşamadığımız
konu bu sanırım Sayın Üye, dünya sizden çok daha uzun zamandır orada,” diye
cevapladı aynı sakinlikle Karpuz’da.
Saygın Birinci Üye parmakları
avuçlarını tırmalarken hızla ayağa fırladı ve “Tamam… Tamam… İnsanlıkla ilgili
düşüncelerinizi geçtim ki bizim medeni evrendeki en zeki ve hassas canlı türü
olduğumuzu da göz ardı ederek bunu söylüyorum. Benden istediğiniz şeyi
üstlerime nasıl anlatmamı bekliyorsunuz? Daha önemlisi onların insanlığa bunu
nasıl açıklamasını?”
“Açıkçası kolonilerinize ve gelişmiş
gezegenler arası taşımacılığınıza güvenerek bunu söylüyorum. Nasıl
açıklayacağınız kısmı dediğiniz gibi insan olanları ilgilendirir.” Abil Rasim
mesleki bir alışkanlıkla en iyi bildiği şeyi yapmaya koyuldu: “Son on yılda
sadece Antarktika kadar alanı tekrar ağaçlandırdık, yapay resif projemiz
başarılı sonuç verdi, sera gazı solunumu 2013’teki değerlere dek geriledi.
Yirmi yıldır savaşmıyoruz, kirletmiyoruz ve kendi kendimize yetiyoruz. Amerika
kıtasının üç katı büyüklüğündeki Ozon tabakasına alternatif getirdik daha ne
yapalım be? Dünya daha önce neredeydi? Ben sistemin en büyük fosil yakıt
ihracatçısına Kyoto protokolünü imzalattım, bilerek benim hükümetimi mi beklediniz?”
Haldis su bardağıyla Birinci Üye’nin yanına gitti. Adam bardağı önce hışımla
alıp içmeden yanındaki maun sehpaya geri koydu.
“Ah sevgili Abil Rasim, dünya senin
yuvan değil. Kafatasına ya da dalağına da yuva mı diyorsun? Ayakların paspas,
kıç deliğin de yüzme havuzun mu? Sen henüz bir parçası olmayı biyolojik olarak
kabullenemediğin ekosistemini bile anlayamıyorsun. Ben şartlandırılmamış maviliğin
bir parçasıyım. Ondan bilinçsizce faydalandığınız süre boyunca bunu ne zaman
fark ettiğinin ne önemi var? Doğanıza karşı çıkıp onunla bir olmayı öğrenmek
için şansınız vardı. Potansiyel? Kesinlikle, hala da var; fakat sorun şu ki geç
kaldınız. Dünya sizi sırtında, arka bahçesinde, içinde, nefesinde istemiyor. Ne
kadar özel memeliler olduğunuz ya da dünyanın etine son kasık biti gibi çaresizce
tutunan biricik homo sapiens olman onu artık ilgilendirmiyor.”
Genç botanikçi araya girdi.
“Peki zamanlama? Neden şimdi?”
Karpuz genç adama döndü. “Zamanlama
için rastlantı demek pek mümkün değil çünkü sizi aslında yeni fark ettik.”
Danışman şaşkın görünüyordu. “Nasıl
yani?”
“Dünya’nın zamanı kavrayışı farklıdır. Siz tıraş
olduğunuzda ya da bir uzvunuzu kaybettiğinizde bunun farkına varıp alışma
süreciniz çok daha farklı işliyor. Sizi yakın zamanda fark ettik, dikkatle
izledik ve kısa zamanda zararlı olduğunuza kanaat getirdik. İletişime açık ve
kendi kendini tanımlamaya oldukça yatkın ve bundan haz aldığınız için bir tür
elçi olarak ben gönderildim. Bilinen bir şeydir; karpuzların ağzı iyi laf
yapar.”
“Orası doğru, babam hep kıçına
şaplatarak karpuz seçerdi. Ne dediğin önemli değil yer elmaları kalkıp hep
beraber ‘Zafer!’ diye haykırsalar da umurumda değil! Ne anlatırsan Dünya’ya
söyle hayır, diyoruz.” Abil Rasim öfkesini bir aynadan izlermişçesine kendini
kaybetmişti. Böğürmemek için bacaklarındaki eti avuçladı. Haldis bu kez ‘Efendim’
diyecek kadar ileri gitmek zorunda hissetti. Botanikçi kendi kendine
mırıldandı: “Biz tepesinde sadece kaşıntı yapıyormuşuz… Kansere yakalandığını
anlayan ve haftaya ameliyat olacak olan adamın kolonundaki kanseriz. Hiç
şiirsel değil.”
Karpuz başını sallayarak: “Her ne
kadar bu konuşmanın başından beri mecaza doymuş olsam da; kısır bir
tanımlamayla size katılıyorum. Siz hem kanser hem de kendini tedavi etmeye
çalışırken bir dinamitin üzerinde zıplayan garip varlıklarsınız.” Abil Rasim
kafasını büktü: “Salaklaşma çocuk, karşında çürük meyvenin teki bizim
gezegenimizin bizi istemediğini söylüyor. Küfür bu! Hükümetimiz döneminde
Medeniyet Proxima Centauri’ye üç başarılı koloni kurdu. Venüs’ü ehlileştirdik
be! Bu Tanrı’nın inayetiyle kutsanmış insanın irade gücünün en büyük
kanıtıdır.”
Karpuz, hemen yanındaki danışman
bilimciden sessizce su rica etti. Genç adam da pipeti ağzına uzattı. Bir iki
yudumdan sonra bir patlıcan kadar ciddi görünen Karpuz, Abil Rasim’in soluğunun
yavaşlamasını bekledi. Elleri olsa beklerken onları çenesinin altında
birleştirdiğinden emin olabilirdiniz. Elindeki kağıtları buran asistana döndü:
“Haldis hanım sanırım size talepleri ve detaylarını başarılı şekilde ilettim.”
Kadın kafasını salladı. Renkli gözleri yuvalarında biraz küçülmüştü. “Görüşme
nezaketi ve su için teşekkür ederim. Rica etsem.” Botanikçi onu kibarca
kucağına aldı ve kapıya doğru ilerlemeye başlarken bir an durdu. “Sakın ihtiyaç
duyduğunuz bir şeyden nefret etmeyin Sayın Üye. Yeni bir yuva için önce buna
dikkate alın. Bir konferansta dediğiniz gibi hepimiz sevginin çocuklarıyız.”
Botanikçinin
kucağında dışarı çıktı.
“Seçenekler neler?”
“Komisyon toplanıp
bilgilendirildikten sonra 973 gün lojistik ve tahliye için yeterli bir süre
efendim,” dedi süratle Haldis.
“Saçmalama salak! Ben diğer
seçeneklerden bahsediyorum. Onu uzayda halletmek için geç kaldık. Dünya’da
halletmeliyiz. Önce karşı kamuoyu lazım, bana geçmişiyle ilgili kullanabileceğimiz
her bilgiyi topla. Cinsel sapkınlık, doğum belgesi ibrazı, şu Hong Kong’daki
eko terörist örgütlerden biriyle ilişiğini kanıtlayacak seyahat dökümleri, elektronik
veriler falan.”
“Efendim…”
“…Dördüncü Üye ile bağlantıya geç.
Onun paralı asker eskilerinden bir ekip kursun…”
“Sayın Üye! Karpuz zaten yaklaşık
iki hafta sonra ölecek. Şu an fahri vatandaşlık aldığı Adana’ya çekiliyor.
Söylediklerini dikkat…”
“Öleceğini tabii ki biliyorum kızım. Fakat 15 gün ağzı laf
yapan bir karpuz için fazla uzun bir süre. Bağlantıya geç. Ekip kurup dediğim
belgeleri hemen toplayın. Yarın basını bilgilendiriyoruz.” Abil Rasim ceketini
koltuğuna asarak asistanına gitmesini ima etti.
Odasına çekilmeden önce koltuğunda oturmuş kakuleli
bergamot çayı yudumlarken planlarını düşündü. Üzerindeki cam kubbeden kendi
gecesini yaşayan yeryüzü minik, parlak ışıklarıyla sessiz bir karnaval misali
hafifçe süzülüyordu.
Karpuz, asker eskisi bir alkolik tarafından bıçaklandığında
Kuzey Afrika’dan taşınan kum rüzgarı Adana’daki ekinleri pişirmekteydi. Bedeni
iki saat sonra salya sümük ağlayan aşçı tarafından büyük konağın kuş
kafeslerinin önünde bulundu. İçinden akan yaşamı toprağı ıslatmıştı. Katilin,
Karpuz hakkında çıkan şaibelere ve Darwin’in çalışmalarını saptıran bu yaratığa
nefret duyan, fanatik terör grubu Çekirdeksiz Mendel Fraksiyonu üyesi olduğu
açıklandı. Yargılanması sıkıntılı oldu ve yasaların öldürme konusundaki menzili
sebebiyle cinayet suçlamasından aklandı. Şehir ziyaretçi akınına uğradı ve
Karpuz’un kuruyup, ufacık kalmış bedeni mütevazı bir anıta, törenle defnedildi.
(Üçüncüye ertelenen geleneksel karpuz festivali de süresiz iptal edilmişti.)
Cenazeden iki gün sonra Saygın Birinci Üye Abil Rasim
Jordan V’ill Rahman Ay’daki portakal bahçesinde torunuyla tavşan kaç tazı tut
oynuyordu. Narenciye serası da görüşme odası gibi dünya manzaralı ufak bir cam
kubbeye sahipti. Kaçma sırası Abil Rasim’deyken nefes nefese kalmadan yaklaşık
bir düzine fideyi geçmeyi başarmıştı. Torunu kahkahalar atarak onu ebeleyip
fidelerin içine daldı. Asistan Hadis topukluları elinde toprak zeminde hızla Abil
Rasim’e doğru geldiği sırada fideden bir portakal kopardı. Abil Rasim merakını
belli etmeden vakurca gülümseyip soyduğu portakalı, gözleri irileşmiş asistanına
uzattı. Asistan havada duran dilimi umursamadan ıslak tadı zehir gibi içine
dolan büyük baklayı çıkarttı: “Efendim bu bilgiyi olabildiğince gizlemeye
çalıştık. Bizim kanalımıza da yaklaşık on dakika önce aktarıldı… Merkez’de
öğrenen üçüncü insansınız.” Abil Rasim derin nefes alma örneği vererek asistanı
kolundan tuttu. “Sakin kızım, şimdi devam et.”
Dedesinin aksine hayli açık tenli olan torun koşarak ikisinin yanına
geldi ve asistana gülümsedi.
“…Sayın Üye, Wellington’da bir tarlada sebzeler konuşmaya
başlamış.” Birinci Üye elindeki portakal ağzına yaklaşmışken kalakaldı.
“Bütün bir tarla, hepsi de yer elması. Hepsi, hepsi
haykırıyormuş…” Aiel Rasim kafasını kaldırıp cam kubbeden kıpırtısız görünen
mavi gezegene baktı. Bu uzun bir bakıştı. En sonunda sıkılan torun onun elinden
portakal dilimini ellerini kullanmadan tek lokmada kaptı. Dedesinden daha uzun
süre ses çıkmayacağını anlayınca sıkılıp Haldis’e döndü.
“Ee, ne diyorlarmış?”
Tolga Aydın
Temmuz 2013
Çok özgün çok güzel bir öykü teşekkürler
YanıtlaSilBasit bir kurguyu kelimeler nasıl destekler,bunun hikayesi olmuş.Gerçekten tebrikler.
YanıtlaSil