25 Mayıs 2013 Cumartesi

AÇLIK




        Peşimdeki topal yaratığı kaçamak bir bakışla tekrar süzdüm. Hala arkamdaydı piç. Kan kokusunun kudurttuğu bir yaratığı gökten tanrı inse durduramazdı kuşkusuz. Öğle güneşi tepede, pis, nemli yaz sıcağı her yerdeydi. Dağ yolunda, eski manastırın kilometrelerce uzağındaydım. Dönüp arkamdan gelen ucubeye bir daha baktım, topal bacağını sürüye sürüye geliyordu.

            Yakaladığım kuzuyu parçalarken görmüştü beni. Kan toprağa akarken, dev bir çınarın dibinde çökmüş, hayvani bir iştahla beni izlemişti. Uğursuz gözlerinin içine bakarak parçalamıştım hayvanı. Sonra da bir budunu sırtıma vurmuş, gerisini de çiğ çiğ yemiştim. Şimdi kuzunun ılık, ıslak eti çıplak sırtıma değiyor, berbat öğlen sıcağıyla birlikte kanla karışık ter sırtım boyunca akıyordu.
            Dişlerimi sıktım, bu ucube midemi bulandırıyordu. Arkamdaki aksak adımlarını duydum yine. Sinsi it.
Dilim, dişimin arasına kaçmış küçük et parçasıyla oynuyor, ağzımda hala kan tadı dolaşıyordu. Derin bir nefes aldım ve durdum. Peşimden gelen düzensiz adım sesleri de bıçak gibi kesince yüzümde bir tebessüm dolaştı.
“Korkak ibne” dedim sessizce.
Arkamı döndüm. Kavruk bedeni, kıllı şekilsiz suratıyla topal ucube oradaydı. Tedirgin ama iştahla bakıyordu sırtımdaki kanlı buda. Dişlerimi sıkarak ama yüksek sesle konuştum.
“Yoluna git yoksa dökerim bağırsaklarını.”
En fazla on metre uzağımdaydı ve yabanıl gözleri delice bakıyordu. Bir adım geri atar gibi oldu sonra vazgeçti. Ağzını açtı, perişan sesi kasıklarımı kaşındırdı.
“Açım. Yalvarırım.”
“Ot ye it” dedim çukuruna kaçmış gözlerine bakarak. “Fakat bana ilişme. Senin gibi yüzlercesinin derisini yüzdüm ben. Taş baltamla kemiklerini dağıtıp, ay ışığında kanlarıyla yıkandım. Etimden çek gözlerini yoksa götünü keser sana yediririm.”
Yaratık çömeldi ve iç parçalayan bir böğürtü koyuverdi. Elleri yerleri dövüyor, çaresizlik gözlerinden fışkırıyordu.
Güneş ensemi yaktı, beynimi kavurdu. Ter burnumdan damlıyordu. Elimle yüzümü sildim ve şekilsiz ucubenin yabanıl gösterisini genişleyen bir sırıtmayla izledim.
“Ölüyorum piç. ÖLÜYORUUUM.” Çığlıkları dağdan yankılanıp geri döndü. Zayıflıktan içine kaçmış karnını çekiştiriyordu şimdi.
Yanına gittim ve kafasından tutup kaldırdım iti. “Geber orospu çocuğu” dedim kulağına. “Atalarını da bu çayırlarda becermiştik. Sen de burada geber.” Feri kaçmış gözlerine baktım ve o pis suratına nefret kustum. “Hatırlıyor musun eskileri? O süslü elbiselerinizi ellerimizle parçaladık. Parfüm kokan inlerinizi bir tekmeyle dağıttık. Hatırlıyor musun ha? Soyunuzu biz kuruttuk. Kanınızı içtik, ırzınıza geçtik, etinizi yedik. Şimdi gelmiş bana açım diyorsun.” Dişlerimi göstererek güldüm. “Senin tok olman günah.”
Yaratık yüzüme kederle baktı. “Bu dili nereden öğrendin?” dedi. Yüzündeki keder yerini acı bir gülümsemeye bırakıyordu şimdi. “Sen geçmişi ne kadar hatırlıyorsun ki yamyam piç?” Gülümsemesi genişledi. “Laboratuvarları hatırlıyor musun? Beyaz fayanslar ha? İçinde büyüdüğün küvezi? Cevap versene orospu çocuğu?
Kafatası iç gıcıklayan bir çıtırtıyla elimde dağıldı. Cevabım un ufak olmuş kemik ve peltemsi beyindi. Tam bana göre, tam bize göre. Ölü kulağına eğildim hırsla soludum.
“Senin vaden doldu, şimdi benim zamanım.”
Leşi yere bıraktım ve dar patikada yoluma devam ettim. Sırtımda kuzu budu, elimde insan beyniyle. 
  


Bulut TAR

Mayıs 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder