Bir
söğüt ağacının yumuşak dallarının oradan oraya sallanmasını seyrettim. Ardından
zeytin ağaçlarının grimsi yapraklarına bakakaldım. Devasal çınarlar ve onların
hemen altındaki sarımtırak mısırların yabanıl görüntüsünün hemen ardındaki tepeler,
bana yüksekten bakan devler gibi duruyorlardı karşımda. Bu el değmemişliğin
verdiği yalnızlık ve korku hissiydi, beni tanımsız bir kasvet havasına boğan.
Hiçbir yer bozulmamıştı. Doğanın uçsuz bucaksız güzelliğini seyretmek en büyük
mutluluktu. Kocaman ağaçlar, belkide benim boyumdan uzun yabani otlar vardı her
yerde. Gökyüzü aydınlıktı ama yine de bir tedirginlik havası vardı etrafta. Bu
nasıl anlatılır ki? Sanki elektrik yüklü bulutların altında durup yıldırımın ne
zaman düşeceğini beklemek gibi insanı belli belirsiz sıkıntıya sokacak tekinsiz
hava geziyordu bu ilginç yerde. Fakat gökyüzü kusursuzdu.
Hangi
yöne baktığımı bilmiyordum ama arkamdan gelen su sesi oralarda bir yerde bir
dere beklide bir deniz olduğunu hissettiriyordu bana. Sese doğru dönüp uzun ve
her renkten otları aşarak su sesine ulaşmaya çalıştım. O kadar otların arasına
girdim ki, gökyüzünü zor görür hale geldim. Otların sonunda ışık görünmeye
başladığında ses doruk noktaya ulaşmıştı. Son otlardan da kurtulup açıklığa
çıktığımda, şaşkınlıktan dilim tutuldu. Koyu yeşil sabun taşlarıyla kaplı
devasal bir kumsalın ardında uçsuz bucaksız bir deniz gördüm. Görüp
görebileceğim en temiz denizdi. Bir anlık şaşkınlığımdan kurtulup yine etrafımı
izledim. Gözlerim hep bir kıpırtı aradı bir kuş veya herhangi bir şey ama o dev
otların bir insan gibi sallanmalarından başka hareket göremediler. Ardından
gözlerim sabun taşlarına, o koyu yeşil taşlara takıldı. Eğilip irili ufaklı taşlardan
küçük bir tane seçip biraz inceledim. Yumuşak bir yapısı vardı. Yumuşaklığını
denemek için üzerine tırnağımla bir çizik attım ve üzerinde derin bir iz
bıraktım. Aslında bu izle birlikte buranın el deymemişliğini de bozmuş oldum. Etrafıma
kuşkuyla baktım ve hemen cebime attım taşı. Kimse görmesin diye... Otlar arkamda
hışırdadı ve tedirginlik üzerime kabus gibi çöktü. Ellerim terledi, dizlerim
uyuştu. Bir şey, bir şey yapmam lazım. Yere eğildim ve taşı alırken bozduğum
kumsalı düzeltmeye çalıştım. İşte o anda gözlerim bozulmaya başladı. Sanki
gözümün önüne bir sis perdesi indi. Panikle gözlerimi ovalarken dehşet önümde
belirdi. Bu tekinsiz topraklarda yalnız olmadığımı da o zaman anladım, çünkü o
sis perdesinin içinden bana bakan bir şey gördüm. Kendisinden çok emin
bakışlarla süzüyordu beni. Bir tanrının asilliğiyle sarmalanmıştı sanki. Alev
alev yanan gözleri cehennemin ötesinden dehşetlerle yüklüydü. Omzunda bir
cüppesi vardı ama yüzü yoktu. Asla bir insan gibi değildi. O gözler bir insana
ait olamazdı. Birden etrafımdan boğuk sesler yükselmeye başladı. Tek bir kelime
söylüyorlardı ama ne söylediklerini anlayamadım. Etrafıma baktım sesin
kaynakları için ama gözlerim hareket eden karaltılardan başka bir şey göremedi.
Küçük grotesk şekillere benziyorlardı. Küçülüp büyüyorlardı, büzülüp
genişliyorlardı. Kesinlikle bizim dilimizden olmayan bir kelimeyi tekrarlıyorlardı.
Telaffuzu çok zor insan dili asla söyleyemez. Aniden daha kuvvetli bir sesle
çınladı kulaklarım. Bu seslerin ne dili olduğunu bilmiyorum ama onların
söylediklerini anladım. Bir birinden kopuk, kesik kesik cümleler. Arkamdaki o
iğrenç şeylerden çıkan anlamlı sözler bir ilahi gibi çınlıyordu kulaklarımda.
“Kadim olan o ve onun efsunlarıdır…………(anlamadığım
birkaç söz) Pwam’s heol gälöpsk……….ona uy
onu dinle..
………..Yüce
Plä'galöpsm'g için………..asla gözlerine……
uy ve
dinle…………uy ve dinle……….ve bil ki……………
(yine anlamadığım şeyler) Cuw’spl…Plä'galöpsm'g………
…Plä'galöpsm'g…Plä'galöpsm'g!!!”
Ses
yine bir tekrarlamaya dönüştü, tek bir kelime “Plä'galöpsm'g”. Tekrar önüme
dönüp o tehditkâr gözlere baktığımda her şeyin bulanık ama o sinsi gözlerin
tamamen net olduğunu kavradım. O alev alev yanan gözlere baktıkça çok şey
anladım. Aklıma o arkamdaki şeylerin söylediği en anlamlı cümle geldi “kadim
olan o ve onun efsunlarıdır”. Bu çok doğru işte, eski efsunlarıyla
düşüncelerime karışıp beni esiri eden onun ta kendisi, gözlerimin bulanması
onun eseri, o güzel doğadan kopup kendimi o ve onun iğrenç müritleri arasında
bulmam onun marifeti. Gözlerinden öyle çok şey anladım ki, gecenin sonsuz
karanlığında “p” ile başlayan bir kelime sayıklayarak uyandığımda hiç
sevinmedim. Bu rüya mıydı ya da gerçek miydi hiç düşünmedim. Pantolonumun
cebinde küçük yeşil bir nesne bulduğumda tepki bile vermedim. Hava almak için
pencereye yaklaşıp soğuk camda yansımamı gördüğümde çığlık atmak istedim ama çok
tanıdık boğuk bir sesle Plä'galöpsm'g dediğimi işittim.
Bulut TAR
16.10.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder