“…ve daha çok beğenirim o alçaktaki soğuk ışıktan senin uzaktaki ateşini.”
Çam ormanlarının alt tarafında denizin engin
açıklığına bakan güzel bir köy vardı. Denizden bu köye baktığınızda onda
büyüleyici birşeyler olduğunu anlayabilirdiniz. Davetkar yapısı, küçük, ilginç
ve bir o kadar da kasvetli
evleri ile, onların tuhaf ve yabancılardan hoşlanmayan ev sahipleri göze çarpardı
köyün içine girdikçe. İnsanlarda bir telaşe ve dehşet sezilirdi onlara ilk
baktığınızda. En gencinin yüzünde bile bir çökmüşlük vardı. Doğuştan yaşlı
gibilerdi.
Bu gölgeli köydeki yabanıl insanlar geceleri dışarı çıkmazlardı. Kapılarını sürgüleyip, perdelerini sıkı sıkı örter ve tekinsiz karanlığın sona ermesini beklerlerdi. Köy halkının bu garip davranışının bir çeşit batıl inanç olduğunu bana köyün yaşlılarından Edgar
söyledi ama neye inandıklarını asla söylemedi.
Yaşlı Edgar hep birşeylerden korkardı. Sürekli
omzunun arkasından bakıp sanki bir şeyler onu takip ediyormuş gibi davranırdı. Deniz
kıyısında yaptığımız sohpetlerde bir denizin uçsuz bucaksız ıssızlığına ve
dehşetin hüküm sürdüğü tekinsiz sularına bakar, ardından da arkasına dönüp müthiş sıklıktaki çam ormanını dikizlerdi, sonra
dikkatini iyice ormana verip sanki ağaçların arasında birşeyler yürüyormuş gibi gözlerini kısarak süzerdi ormanın tekinsiz derinliklerini. Uzunca bir süre geçtikten sonra bana döner ve titrek
bir sesle konuşurdu.
“Geç oldu evlat, gün batmadan gitmeliyim, çünkü gerçek
olan bizi terk ettiğinde bu gördüğün güzel köy bambaşka bir yer olur ama sen
bunu tahmin bile edemezsin, çünkü sen yabancısın. Bulunduğun yere tamamen
yabancısın, gündüzün bir göz boyama olduğunu anlayamazsın.”
Bunları söylerken heycanlanır gözleri parlar ve elleri titrerdi. Dünyevi
olmayan bakışlar fırlatırdı etrafına. Sonra da küçük kulübesine gider ve
gecenin bitmesi için dua ederdi ama neye dua ettiğini asla söylemedi.
Edgar’ın sözlerinden sonra yeni geldiğim bu
yerde geceleri dışarı çıkmaya cesaret edemedim ama her gece camdan dışarıyı
izledim. Gece her yerde aynı geceydi, karanlık ve titrek ay ışığı. Bundan cesaret alıp bir gece dışarıya çıkmaya
karar verdim. Sahile doğru yürüdüm. Denize uzun uzun baktım. Kuzeyden esen
rüzgarla birlikte üşüdüğümü hissettim. Deniz bu rüzgarla kabardı ve dev
dalgalar halinde kıyıya vurmaya başladı. Dalgaların melodik çığlıkları kulağımı
tırmalarken, çam ormanlarından gelen hışırtılar beynimi uyuşturdu. Dönüp
ormanın derinliklerine kuşkulu bakışlar fırlattım. Hemen ardından kafamı gökyüzüne
çevirdiğimde dizlerimin bağını çözüp beni yere deviren manzarayı gördüm. Ay o kadar
yakındı ki sanki elle tutabilirdim. Fakat yıldızlar... Tam zıt şekilde bana ve dehşetin tohumlarının ekili olduğu bu yere görülmeyecek denli uzaktı. Aklıma yaşlı
Edgar’ın sözleri geldi.
“Gerçek olan bizi terk ettiğinde bu gördüğün güzel köy bambaşka bir yer olur ama sen bunu tahmin bile edemezsin, çünkü sen yabancısın.”.
Edgar’ı yavaş yavaş anlıyordum. Ben gerçekten de bu lanetli köye yabancıydım. Hatta bu dünyaya yabancıydım. Bunu Edgar biliyordu ama ben yeni öğrendim. Etrafıma baktım, ay tam önümde duruyordu.Yıldızlarsa artık yok olmuştu. Ay yüzümü aydınlatıyordu ama güneş kadar başarılı değildi. Bu kadim ışık, gerçek olan kadar yeterli değildi. Bu yüzden denizin üzerine düşen görüntüm, benim bir yabancı olduğumu bir kez daha söyledi.
“Gerçek olan bizi terk ettiğinde bu gördüğün güzel köy bambaşka bir yer olur ama sen bunu tahmin bile edemezsin, çünkü sen yabancısın.”.
Edgar’ı yavaş yavaş anlıyordum. Ben gerçekten de bu lanetli köye yabancıydım. Hatta bu dünyaya yabancıydım. Bunu Edgar biliyordu ama ben yeni öğrendim. Etrafıma baktım, ay tam önümde duruyordu.Yıldızlarsa artık yok olmuştu. Ay yüzümü aydınlatıyordu ama güneş kadar başarılı değildi. Bu kadim ışık, gerçek olan kadar yeterli değildi. Bu yüzden denizin üzerine düşen görüntüm, benim bir yabancı olduğumu bir kez daha söyledi.
Bulut TAR
07.10.2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder