22 Mayıs 2013 Çarşamba

KÖY



“…ve daha çok beğenirim o alçaktaki soğuk ışıktan senin uzaktaki ateşini.”       
                                                              E.A.Poe                                                                                 


Çam ormanlarının alt tarafında denizin engin açıklığına bakan güzel bir köy vardı. Denizden bu köye baktığınızda onda büyüleyici birşeyler olduğunu anlayabilirdiniz. Davetkar yapısı, küçük, ilginç ve bir o kadar da kasvetli evleri ile, onların tuhaf ve yabancılardan hoşlanmayan ev sahipleri göze çarpardı köyün içine girdikçe. İnsanlarda bir telaşe ve dehşet sezilirdi onlara ilk baktığınızda. En gencinin yüzünde bile bir çökmüşlük vardı. Doğuştan yaşlı gibilerdi.
Bu gölgeli köydeki yabanıl insanlar geceleri dışarı çıkmazlardı. Kapılarını sürgüleyip, perdelerini sıkı sıkı örter ve tekinsiz karanlığın sona ermesini beklerlerdi. Köy halkının bu garip davranışının bir çeşit batıl inanç olduğunu bana köyün yaşlılarından Edgar söyledi ama neye inandıklarını asla söylemedi.
Yaşlı Edgar hep birşeylerden korkardı. Sürekli omzunun arkasından bakıp sanki bir şeyler onu takip ediyormuş gibi davranırdı. Deniz kıyısında yaptığımız sohpetlerde bir denizin uçsuz bucaksız ıssızlığına ve dehşetin hüküm sürdüğü tekinsiz sularına bakar, ardından da arkasına dönüp müthiş sıklıktaki çam ormanını dikizlerdi, sonra dikkatini iyice ormana verip sanki ağaçların arasında birşeyler yürüyormuş gibi gözlerini kısarak süzerdi ormanın tekinsiz derinliklerini. Uzunca bir süre geçtikten sonra bana döner ve titrek bir sesle konuşurdu.
“Geç oldu evlat, gün batmadan gitmeliyim, çünkü gerçek olan bizi terk ettiğinde bu gördüğün güzel köy bambaşka bir yer olur ama sen bunu tahmin bile edemezsin, çünkü sen yabancısın. Bulunduğun yere tamamen yabancısın, gündüzün bir göz boyama olduğunu anlayamazsın.”
Bunları söylerken heycanlanır  gözleri parlar ve elleri titrerdi. Dünyevi olmayan bakışlar fırlatırdı etrafına. Sonra da küçük kulübesine gider ve gecenin bitmesi için dua ederdi ama neye dua ettiğini asla söylemedi.
Edgar’ın sözlerinden sonra yeni geldiğim bu yerde geceleri dışarı çıkmaya cesaret edemedim ama her gece camdan dışarıyı izledim. Gece her yerde aynı geceydi, karanlık ve titrek ay ışığı. Bundan cesaret alıp bir gece dışarıya çıkmaya karar verdim. Sahile doğru yürüdüm. Denize uzun uzun baktım. Kuzeyden esen rüzgarla birlikte üşüdüğümü hissettim. Deniz bu rüzgarla kabardı ve dev dalgalar halinde kıyıya vurmaya başladı. Dalgaların melodik çığlıkları kulağımı tırmalarken, çam ormanlarından gelen hışırtılar beynimi uyuşturdu. Dönüp ormanın derinliklerine kuşkulu bakışlar fırlattım. Hemen ardından kafamı gökyüzüne çevirdiğimde dizlerimin bağını çözüp beni yere deviren manzarayı gördüm. Ay o kadar yakındı ki sanki elle tutabilirdim. Fakat yıldızlar... Tam zıt şekilde bana ve dehşetin tohumlarının ekili olduğu bu yere görülmeyecek denli uzaktı. Aklıma yaşlı Edgar’ın sözleri geldi. 
             “Gerçek olan bizi terk ettiğinde bu gördüğün güzel köy bambaşka bir yer olur ama sen bunu tahmin bile edemezsin, çünkü sen yabancısın.”.
 Edgar’ı yavaş yavaş anlıyordum. Ben gerçekten de bu lanetli köye yabancıydım. Hatta bu dünyaya yabancıydım. Bunu Edgar biliyordu ama ben yeni öğrendim. Etrafıma baktım, ay tam önümde duruyordu.Yıldızlarsa artık yok olmuştu. Ay yüzümü aydınlatıyordu ama güneş kadar başarılı değildi. Bu kadim ışık, gerçek olan kadar yeterli değildi. Bu yüzden denizin üzerine düşen görüntüm, benim bir yabancı olduğumu bir kez daha söyledi. 

               Bulut TAR      
     07.10.2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder